TÜRK İSLAM DEVLETLERİNDE TOPLUM YAPISI
İslamiyetin kabulüyle Türk toplum yapısında önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır. Devlet içinde Türklerden başka İranlılar, Hintliler, Araplar, Rumlar, Ermeniler ve Gürcüler de yaşamaya başladılar. Böylece bu kültürlerden karşılıklı etkileşim başladı.
İslamiyet'i kabul eden Türklerin büyük kısmı yerleşik yaşama geçti.Türklerde halk sınıflara ayrılmamıştı. Herkes kanunlar karşısında eşitti. Ticaret ,tarım, sanat, hayvancılık başlıca geçim kaynaklarıdır.
Karahanlılar’dan itibaren toplum içinde yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan kervansaraylar oluşturulmaya başlandı.
Türkler Müslüman olduktan sonra da devlet yönetimi ile ilgili geleneklerine devam ettiler. Ancak yaşanılan bölgenin ve İslam dininin etkisiyle yönetimde bazı değişikliklerde ortaya çıkmıştır. Devlet hanedan ailesinin ortak malı sayılıyordu. Karahanlı Devleti kurulduğu coğrafya itibari ile Türk Devlet anlayışını aynen sürdüren bir devletti. Karahanlıların dışındaki Türk devletleri Abbasileri örnek almışlardır.
Ayrıca Türk İslam devletlerinde yönetilen halk; ilk Türk devletlerinde olduğu gibi aile- boy- bodun şeklinde teşkilatlanmaktaydı.Bu dönemde devlet toplumu Müslüman ve Gayrimüslim olarak ikiye ayırarak hukuki düzenlemeleri bu çerçevede yapmaktaydı.
Ailelere tek eşlilik hakimdi. Evlenmenin ve evlilik hayatının toplumda çok önemli bir yeri vardı. Boşanma söz konusu değildi.
Türk bozkır kültürüyle İslam kültürünün kaynaşma süreci, Karahanlı Devleti Döneminde başladı. Karahanlılar Türk-İslam toplumunun oluşturulmasında köprü görevi gördü.
· Büyük Selçuklu Devleti'nin merkezî ve güçlü bir devlet olarak kurulmasıyla toplum yapısı büyük ölçüde değişti. Selçuklular zamanında toplum, yönetenler (hanedan ve idareciler) ve yönetilenler (halk) olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.
1. Yönetenler
· Hanedan üyeleri,
· asker,
· vali ve
· din adamları yönetici sınıfı oluşturmaktaydı.
Toplum yapısının en üstünde yer alan sultanın toplumsal konumu, idarecilere ve halka karşı sorumluluk ve görevlerini yerine getirmesine bağlıydı. Görevi ihmal, adaletten ayrılma ve toplum refahını sağlayamama iktidarı kaybetmek için önemli sebeplerdi.
İlk Müslüman Türk devletlerinde idareciler genelde Türk'tü. Halk ise farklı ırk ve boylardan meydana gelmekteydi.
· Karahanlı Devleti'nde toplum tamamen Türk'tü. Gaznelilerde Gurlular, Hindular gibi farklı unsurlar da yer almaktaydı.
· Büyük Selçuklu Devleti'nde devleti kuran Türklerin yanı sıra İranlı ve Arap unsurlar yer alırken
· Tolunoğulları, İhşidiler ve Memluklularda ise halkın büyük çoğunluğunu Arap, Rum, Berberi, Mısırlı vb. Türk olmayan unsurlar oluşturmaktaydı.
2. Yönetilenler (Halk)
Türk-İslam devletlerinde yönetilen halk;
ilk Türk devletlerinde olduğu gibi aile, ailelerin birleşmesiyle boy ve boyların birleşmesiyle bodun şeklinde teşkilatlanmaktaydı. Bu dönemde devlet, toplumu Müslüman ve gayrimüslim şeklinde kabul ederek hukuki düzenlemeleri bu çerçevede yapmaktaydı.
Türk-İslam toplumlarında halk yaşayış şekillerine göre; göçebeler, köylüler ve şehirliler olmak üzere üç grupta toplanmaktaydı.
Şehirliler
Tacirler, zanaatkârlar, devlet memurları, askerler şehir ve kasabalarda yaşarlardı. Türk şehirlerinin etrafını çeviren surların içerisinde saray, hükûmet konağı, kışla, cuma camisi, meydan, pazar yeri, ribat veya çarşı, medrese, hamam ve hastane bulunmaktaydı. Ayrıca sultanların yaptırdığı mimari eserler ve su kemerleri de şehirleri köylerden farklılaştırıyordu. Zaviye, imaret ve hanlar o dönemdeki şehirlerin en belirgin özelliğiydi.
XI. yüzyılda Türk şehirlerinde ve köylerinde nüfus çok farklı dinî ve etnik unsurlardan oluşuyordu.
ü Büyük Selçukluların hâkim olduğu coğrafyada nüfusun belli başlı etnik unsurlarını Türk, Fars, Yahudi ve Araplar oluşturuyordu.
ü Bu etnik yapı Mısır hariç diğer Müslüman Türk devletlerinde aynıdır.
ü Hazar toplum yapısını Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Gök Tanrı inancına sahip çeşitli topluluklar oluşturmaktaydı.
ü Türkiye Selçuklu Devleti'nde ise Türklerin yanı sıra Rum ve Ermeniler, toplumu oluşturan diğer unsurlardı.
b. Hoşgörü Toplumu
Türk şehirlerinde askerler ve din adamları çoğunluktaydı.
Şehirlerde Türkler tarafından çok sayıda medresenin kurulması birçok din âlimi ve sufinin yetişmesini sağlamıştı. Türkler arasında yayılma eğilimi gösteren sufilik aynı zamanda, bir meslek kuruluşu gibiydi. Sufilerin çok az bir kısmı tecrit hayatı yaşarken önemli bir kısmı esnaflık yapıyor ve teşkilatlı bir şekilde ticaret ile meşgul oluyordu. Bunların içinde ilk Türk mutasavvıfı olan Ahmet Yesevi'ye göre "Kemale erebilmek için inanmayanlar dâhil hiçbir insanı incitmemek gerekir." Yesevi'de kendini aşmak ve hoşgörü temel esastı. Mevlana ise insanlara hoşgörü, neşe ve umut telkin ediyordu. Onun fikir ve düşünceleri etrafında bilginler devlet adamları, halk ve gayrimüslimler toplanıyorlardı. Yunus Emre; bütün insanlar, hatta bütün canlı ve cansızlar, Tanrı'nın yaratığı ve mazharı oldukları için "Yaratılanı yaratandan ötürü hoş görme." felsefesi ile soy, din, millet, renk, mevki ve refah farkı gözetmeksizin insanları sevmek gerektiğini söylemekteydi.
Her üç mutasavvıfın ortak felsefesi; insanlar arasında hiçbir farkın gözetilmemesi, hoşgörü ve sevgidir. Bu mutasavvıflar, toplumun daha hızlı bir şekilde İslamlaşmasını sağlamışlardı.
Çeşitli ırk ve dinlerin bulunduğu Türk-İslam devletlerinde toplumsal ilişkilerin şekillenmesinde İslam hukuku belirleyiciydi. Fertlerin toplum içerisindeki tutum ve davranışları ile giyim ve kuşamları da bu çerçevede ele alınmaktaydı. Müslümanların giyimleri ve dış görünüşleri Hristiyan ve Musevilerden farklıydı. Türklerin, Arapların, Hinduların ve diğer etnik grupların giyim kuşamları da birbirlerinden kolaylıkla ayrılabilmekteydi. Ancak temelde Müslüman ve gayrimüslim kıyafetlerindeki farklılık en belirgin olandı.
Türk toplumu eski inancının etkisiyle farklı din ve mezheplere karşı olan hoşgörüsünü devam ettirmişti. Türk-İslam şehirlerinde gayrimüslimler kültürel ve dinî yönden her türlü özgürlüğe sahipti. Türkler hâkimiyetleri altında yaşayan çeşitli mezhep ve fırkalara ayrılan Müslümanlara da herhangi bir müdahalede bulunmamışlardı.
Türklerin İslamlaşma sürecinin başlangıç dönemlerinde âdet, anane ve dinî inançlarda eski Türk toplumunun izleri tamamen silinmemişti. Sonraki dönemlerde tarikatların kurulmasıyla hızla İslamlaşma görüldü. Türklerin hâkim olduğu coğrafyada doğup gelişen Kadirilik, Kübrevilik, Ekberilik ve Yesevilik en çok müridi olan tarikatlardı. Bu tarikatlar sayesinde Türkler adeta kendi sosyal yapılarına ve anlayışlarına uygun birdin düşüncesi geliştirmişlerdi.
İslamiyet'i kabul eden Türklerin büyük kısmı yerleşik yaşama geçti.Türklerde halk sınıflara ayrılmamıştı. Herkes kanunlar karşısında eşitti. Ticaret ,tarım, sanat, hayvancılık başlıca geçim kaynaklarıdır.
Karahanlılar’dan itibaren toplum içinde yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan kervansaraylar oluşturulmaya başlandı.
Türkler Müslüman olduktan sonra da devlet yönetimi ile ilgili geleneklerine devam ettiler. Ancak yaşanılan bölgenin ve İslam dininin etkisiyle yönetimde bazı değişikliklerde ortaya çıkmıştır. Devlet hanedan ailesinin ortak malı sayılıyordu. Karahanlı Devleti kurulduğu coğrafya itibari ile Türk Devlet anlayışını aynen sürdüren bir devletti. Karahanlıların dışındaki Türk devletleri Abbasileri örnek almışlardır.
Ayrıca Türk İslam devletlerinde yönetilen halk; ilk Türk devletlerinde olduğu gibi aile- boy- bodun şeklinde teşkilatlanmaktaydı.Bu dönemde devlet toplumu Müslüman ve Gayrimüslim olarak ikiye ayırarak hukuki düzenlemeleri bu çerçevede yapmaktaydı.
Ailelere tek eşlilik hakimdi. Evlenmenin ve evlilik hayatının toplumda çok önemli bir yeri vardı. Boşanma söz konusu değildi.
Türk bozkır kültürüyle İslam kültürünün kaynaşma süreci, Karahanlı Devleti Döneminde başladı. Karahanlılar Türk-İslam toplumunun oluşturulmasında köprü görevi gördü.
· Büyük Selçuklu Devleti'nin merkezî ve güçlü bir devlet olarak kurulmasıyla toplum yapısı büyük ölçüde değişti. Selçuklular zamanında toplum, yönetenler (hanedan ve idareciler) ve yönetilenler (halk) olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.
1. Yönetenler
· Hanedan üyeleri,
· asker,
· vali ve
· din adamları yönetici sınıfı oluşturmaktaydı.
Toplum yapısının en üstünde yer alan sultanın toplumsal konumu, idarecilere ve halka karşı sorumluluk ve görevlerini yerine getirmesine bağlıydı. Görevi ihmal, adaletten ayrılma ve toplum refahını sağlayamama iktidarı kaybetmek için önemli sebeplerdi.
İlk Müslüman Türk devletlerinde idareciler genelde Türk'tü. Halk ise farklı ırk ve boylardan meydana gelmekteydi.
· Karahanlı Devleti'nde toplum tamamen Türk'tü. Gaznelilerde Gurlular, Hindular gibi farklı unsurlar da yer almaktaydı.
· Büyük Selçuklu Devleti'nde devleti kuran Türklerin yanı sıra İranlı ve Arap unsurlar yer alırken
· Tolunoğulları, İhşidiler ve Memluklularda ise halkın büyük çoğunluğunu Arap, Rum, Berberi, Mısırlı vb. Türk olmayan unsurlar oluşturmaktaydı.
2. Yönetilenler (Halk)
Türk-İslam devletlerinde yönetilen halk;
ilk Türk devletlerinde olduğu gibi aile, ailelerin birleşmesiyle boy ve boyların birleşmesiyle bodun şeklinde teşkilatlanmaktaydı. Bu dönemde devlet, toplumu Müslüman ve gayrimüslim şeklinde kabul ederek hukuki düzenlemeleri bu çerçevede yapmaktaydı.
Türk-İslam toplumlarında halk yaşayış şekillerine göre; göçebeler, köylüler ve şehirliler olmak üzere üç grupta toplanmaktaydı.
Şehirliler
Tacirler, zanaatkârlar, devlet memurları, askerler şehir ve kasabalarda yaşarlardı. Türk şehirlerinin etrafını çeviren surların içerisinde saray, hükûmet konağı, kışla, cuma camisi, meydan, pazar yeri, ribat veya çarşı, medrese, hamam ve hastane bulunmaktaydı. Ayrıca sultanların yaptırdığı mimari eserler ve su kemerleri de şehirleri köylerden farklılaştırıyordu. Zaviye, imaret ve hanlar o dönemdeki şehirlerin en belirgin özelliğiydi.
XI. yüzyılda Türk şehirlerinde ve köylerinde nüfus çok farklı dinî ve etnik unsurlardan oluşuyordu.
ü Büyük Selçukluların hâkim olduğu coğrafyada nüfusun belli başlı etnik unsurlarını Türk, Fars, Yahudi ve Araplar oluşturuyordu.
ü Bu etnik yapı Mısır hariç diğer Müslüman Türk devletlerinde aynıdır.
ü Hazar toplum yapısını Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Gök Tanrı inancına sahip çeşitli topluluklar oluşturmaktaydı.
ü Türkiye Selçuklu Devleti'nde ise Türklerin yanı sıra Rum ve Ermeniler, toplumu oluşturan diğer unsurlardı.
b. Hoşgörü Toplumu
Türk şehirlerinde askerler ve din adamları çoğunluktaydı.
Şehirlerde Türkler tarafından çok sayıda medresenin kurulması birçok din âlimi ve sufinin yetişmesini sağlamıştı. Türkler arasında yayılma eğilimi gösteren sufilik aynı zamanda, bir meslek kuruluşu gibiydi. Sufilerin çok az bir kısmı tecrit hayatı yaşarken önemli bir kısmı esnaflık yapıyor ve teşkilatlı bir şekilde ticaret ile meşgul oluyordu. Bunların içinde ilk Türk mutasavvıfı olan Ahmet Yesevi'ye göre "Kemale erebilmek için inanmayanlar dâhil hiçbir insanı incitmemek gerekir." Yesevi'de kendini aşmak ve hoşgörü temel esastı. Mevlana ise insanlara hoşgörü, neşe ve umut telkin ediyordu. Onun fikir ve düşünceleri etrafında bilginler devlet adamları, halk ve gayrimüslimler toplanıyorlardı. Yunus Emre; bütün insanlar, hatta bütün canlı ve cansızlar, Tanrı'nın yaratığı ve mazharı oldukları için "Yaratılanı yaratandan ötürü hoş görme." felsefesi ile soy, din, millet, renk, mevki ve refah farkı gözetmeksizin insanları sevmek gerektiğini söylemekteydi.
Her üç mutasavvıfın ortak felsefesi; insanlar arasında hiçbir farkın gözetilmemesi, hoşgörü ve sevgidir. Bu mutasavvıflar, toplumun daha hızlı bir şekilde İslamlaşmasını sağlamışlardı.
Çeşitli ırk ve dinlerin bulunduğu Türk-İslam devletlerinde toplumsal ilişkilerin şekillenmesinde İslam hukuku belirleyiciydi. Fertlerin toplum içerisindeki tutum ve davranışları ile giyim ve kuşamları da bu çerçevede ele alınmaktaydı. Müslümanların giyimleri ve dış görünüşleri Hristiyan ve Musevilerden farklıydı. Türklerin, Arapların, Hinduların ve diğer etnik grupların giyim kuşamları da birbirlerinden kolaylıkla ayrılabilmekteydi. Ancak temelde Müslüman ve gayrimüslim kıyafetlerindeki farklılık en belirgin olandı.
Türk toplumu eski inancının etkisiyle farklı din ve mezheplere karşı olan hoşgörüsünü devam ettirmişti. Türk-İslam şehirlerinde gayrimüslimler kültürel ve dinî yönden her türlü özgürlüğe sahipti. Türkler hâkimiyetleri altında yaşayan çeşitli mezhep ve fırkalara ayrılan Müslümanlara da herhangi bir müdahalede bulunmamışlardı.
Türklerin İslamlaşma sürecinin başlangıç dönemlerinde âdet, anane ve dinî inançlarda eski Türk toplumunun izleri tamamen silinmemişti. Sonraki dönemlerde tarikatların kurulmasıyla hızla İslamlaşma görüldü. Türklerin hâkim olduğu coğrafyada doğup gelişen Kadirilik, Kübrevilik, Ekberilik ve Yesevilik en çok müridi olan tarikatlardı. Bu tarikatlar sayesinde Türkler adeta kendi sosyal yapılarına ve anlayışlarına uygun birdin düşüncesi geliştirmişlerdi.